Mehmet Âkif Ersoy tarafından kaleme alınan şiir, 12 Mart 1921 tarihinde TBMM´de yapılan oylama sonucunda İstiklal Marşı olarak kabul edilmiştir. İstiklal Marşı´nın bestelenmesi için yarışma düzenlenmiş, bu yarışmaya 24 besteci katılmıştır. 1924 yılında Ankara´da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat ÇAĞATAY´ın bestesini kabul etmiştir. Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930´da değiştirilerek Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Osman Zeki ÜNGÖR´ün hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuştur.
"O şiir bir daha yazılamaz, onu ben de yazamam; onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. Allah, bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın." Mehmet Akif Ersoy.
İSTİKLAL MARŞI
Kahraman Ordumuza
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım,
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar, ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecdile bin secde eder, varsa taşım,
Her cerihamdan, İlahî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhı mücerret gibi yerden na'şım,
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.
Mehmet Akif Ersoy
Bizlere miras olarak bırakılan bu eşsiz eser ve şanlı Türk bayrağı, kutsal vatanımızın semalarında ilelebet yankılanmaya ve dalgalanmaya devam edecektir. İstiklal Marşımızın kabulünün 104. yıl dönümünde, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, tüm aziz Şehitlerimizi ve Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'u rahmetle anıyor, kahraman gazilerimize de minnetlerimizi sunuyoruz.
Mehmet Akif Ersoy, (İstiklal Şairi, Millî Şair ) 1873 yılının Aralık ayında, İstanbul'un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde doğmuş ve 27 Aralık 1936 Pazar günü, saat 19.45'te Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda vefat etmiştir. Mehmet Akif’in babası Mehmet Tahir Efendi (1826–1888) ve annesi Emine Şerife Hanım'dır (1836–1926). Mehmet Tahir Efendi çocuk yaşta Arnavutluk'tan İstanbul'a gelerek tahsil etmiş ve Fatih Medresesi müderrisliğine kadar yükselmiş âlim ve arif bir zattır. Annesi ise aslen Buharlı olan Tokatlı bir aileye mensuptur. Ailenin Akif'ten sonra Nuriye adında bir de kızları olmuştur.
Şair, mütefekkir, bilim insanı, Sırat-ı Müstakîm-Sebîlürreşâd başmuharriri, mütercim, Birinci Meclis Burdur Mebusu (1920-1923) Mehmed Âkif Bey, Hicrî Şevval 1290 [Aralık 1873] tarihinde İstanbul’da Fâtih civarında Sarıgüzel Sarınasuh Sokağı’nda yedi sekiz odalı ve beş yüz arşın bahçeli bir evde doğdu. Babasının kendisine verdiği isim/mahlâs, Ebced hesabıyla doğumuna da tekabül eden “Ragîf”tır. Ragıyf Arapça bir nevi’ ekmek demektir. “Ragîf” ev halkı ve mahalleli arasında kullanılamadığından zamanla “Âkif” e dönüşmüştür. Bayramiç’te çıkarılan nüfus kâğıdına da Âkif olarak geçmiştir. Bu suretle adı “Mehmed”, mahlâsı da “Âkif” kalmıştır. Fakat kendi beyanatına göre babası kendisine hep “Ragîf” şeklinde hitap etmiştir.
Babası, Arnavutluk’un İpek kazasından, “Temiz” lakabıyla anılan müderris Mehmed Tâhir Efendi (vefatı 1889); annesi ise, kökenleri Buhara’ya dayanan Tokatlı bir aileye mensup Emine Şerife Hanım’dır. Mehmed Âkif babasının rahle-i tedrisinde sıkı bir ahlakçı olarak yetişti; doğrucu, hakperest ve dürüst şahsiyetinin ilk temellerini de baba terbiyesinden aldı. Çok hassas, sağlam bünyeli, sağlam seciyeli, anlayışlı, tecrübeli dindar ve derin görüşlü bir kadın olan annesi Emine Şerife Hanım da Âkif’in karakterinde derin izler bırakmıştır. 1926 yılında, oğlunun Mısır’da bulunduğu senelerde 90 yaşında vefat etmiş ve Küplüce Camii civarına defnedilmiştir.
İlk tahsiline babası Tahir Efendi’den aldığı lisan eğitimiyle başlayan Mehmed Âkif, iki yıl kadar Emir Buhârî Mahalle Mektebi’ne devam ettikten sonra [1878-80], 1880'de Fatih Mekteb-i İbtidâîsi’ne girdi. Bu sırada bir yandan da “hem babam hem hocamdır!” dediği Tâhir Efendi’den Arapça derslerine devam etti [1880-1883].
İlköğreniminden sonra Fâtih’te Otlukçu yokuşunda bulunan Fâtih Merkez Rüşdiyesi’ni iki yılda [1883-85] bitirerek Mülkiye Mektebi’nin idadi (Lise) kısmına kaydoldu. Âkif’in Rüşdiye tahsilinde en çok lisan derslerine temâyülü vardı. Dört lisanda da (Türkçe, Arapça, Acemce, Fransızca) birinciydi. O yıllarda şiir tutkusu bir sevgi halini almıştır. Şiirle ülfeti pek olmayan Temiz Tâhir Efendi, oğlunun bu ilgisine ses çıkarmamış, teşvik de etmemiştir. İlk okuduğu şiir kitabı Fuzûlî’nin “Leylâ ve Mecnûn”udur.
Edebiyat hocalığını İsmail Safa ve Muallim Nâci'nin yaptığı bu okulun yüksek kısmının ilk sınıfında iken (1889), babasının vefatı dolayısıyla hayata bir an önce atılmak için, Mülkiye Baytar Mektebi’ne geçti. Büyük Fatih yangınında evlerinin yanmasına ve ailece sıkıntı içerisinde olmalarına rağmen, 1893’te başarıyla bitirdi. Okul yıllarında güreşe merak saldığı gibi, çocuk yaşta başlayan şiire olan ilgisi de gün geçtikçe arttı. Baytar Mektebi’nde hocalarının ekserisi doktordur. Bunlar da hem mesleklerinde yüksek, hem de dinî salâbet erbâbı idiler. Bunların telkinleri de dinî terbiyesi üzerinde etkili oldu. İçlerinde bakteriyoloji muallimi Rifat Hüsameddin Paşa gibi kıymetli hocalar vardır. Böyle bir ortamda Âkif, Baytar mektebini birincilikle bitirmiştir [1893].
Memuriyet hayatına, Ziraat Nezareti Umûr-ı Baytâriye ve Islah-ı Hayvanât umum müfettiş muavinliğiyle atılmıştır. Bu sırada, Rumeli merkezli Edirne ile Anadolu merkezli Adana ve Arabistan merkezli Şam havalisinin çeşitli bölgelerinde bulaşıcı hayvan hastalıkları üzerine çalışmalar yaptı. Ordu için gerekli alımları yapmakla görevlendirildiği Şam ve civarında Arabistan coğrafyasını ilk defa yakından tanıma fırsatını buldu. Ayrıca, küçük yaşta başlayıp da tamamlama fırsatı bulamadığı hafızlığını da ikmal eden Mehmed Âkif, şiir ve sanat anlayışının şekillenmesinde etkili olan halkı ve köylüleri de yakından tanıma imkânını elde etti. Bu seyahatleri esnasında, daha sonra Resimli Gazete’de haklarında manzume neşredeceği İslam dünyasının kelâm, felsefe, tefsir ve usûl-i fıkıh alanlarında tanınmış âlimlerinden Fahreddin er-Râzî, Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî, Fars edebiyatının en büyük şairlerinden Hâfız ve Sa‘dî-i Şîrâzî gibi isimlerin eserleriyle meşgul oldu. 1895 yılından itibaren Gayret, Hazîne-i Fünûn, Resimli Gazete, Mekteb, Servet-i Fünun gibi edebiyat dergilerinde imzası görülmeye başlandı.
İstanbul yıllarında, memuriyetinin yanı-sıra bir yandan da Halkalı Ziraat ve Çiftlik Makinist Mekteplerinde kitabet-i resmiye hocalığı yaptı (1906-1907). II. Meşrutiyet’in ilanının akabinde (Ağustos 1908), Ebül‘ulâ Mardin ve Eşref Edib’le birlikte, döneminin en önemli ilmî ve fikrî yayını olup daha sonra tüm şiir ve yazılarını neşredeceği Sırât-ı Müstakim mecmuasını çıkarmaya başladı. Aynı yıl, İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi Osmanlı Edebiyatı müderrisliğine de getirildi. Bir yandan da, kısa bir müddet heyet-i ilmiye üyeleri arasında bulunduğu İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin Şehzadebaşı Kulübü’nde Arapça edebî eserler okutup Arap edebiyatı ve tercüme usulü dersleri verdi. Yine, özel bir okul olan Dârüledeb’de fahrî hocalık, Baytar Mekteb-i Âlisi Me’zûnîni (Mezunları) Cemiyeti başkanlığı (1910) ve Dârü'l-Hilafeti'l-Aliyye Medresesi'nde Türkçe-Edebiyat muallimliği yaptı (1914). Balkan Savaşı sırasında, Müdafâa-i Milliye Cemiyeti’nin Heyet-i Tenvirîye’sinde görev alarak heyetin kâtib-i umûmiliğini yaptı. 1911 yılı Nisanı’ndan itibaren daha sonra 7 Kitap’ta toplayacağı Safahât adlı eserini meydana getirecek manzumelerini Sırât-ı Müstakim mecmuasında neşre başladı. Safahat-Birinci Kitab dışında Akif, farklı tarihlerde Süleymâniye Kürsüsünde (1912), Hakkın Sesleri (1913), Fâtih Kürsüsünde (1914), Hâtıralar (1917), Âsım (1924) ve Gölgeler (1933) adlı kitapları neşretmiştir.
Mehmet Akif Ersoy'un Eserleri
Türk Edebiyatına yazmış olduğu edebi eserler ile katkı sağlayan Mehmet Akif şiirlerini Safahat adlı külliyatta toplamıştır. Mehmet Akif Ersoy en çok okunan şiirleri bu külliyat içerisinde yer almaktadır.
Safahat – 1911,Süleymaniye Kürsüsünde – 1912, Hakkın Sesleri – 1913, Fatih Kürsüsünde – 1914, Hatıralar – 1917, Asım – 1924, Gölgeler – 1933
ŞİİRLERİ
Çanakkale Şehitlerine
İstiklal Marşı
Bir Gece
Cenk Şarkısı
Bülbül
Ordunun Duası
Canan Yurdu
Çocuklara
Ahiret Yolu
Hakkın Sesleri
Hayâ Sıyrılmış İnmiş
Bayram
Ey Yolcu Uyan
Fatih Cami
Kıssadan Hisse
Kaynak: Mehmet Akif Ersoy Uygulama ve Araştırma Merkezi
Adres:
YAYLA MAH. ŞEHİT MUSTAFA ERCİĞEZ CAD. NO 73 KEÇİÖREN / ANKARA
Telefon
0312 378 11 14